Animelerde en sık görülen türlerden biri olan isekai yani farklı dünya, genellikle modern dünyanın bağrından kopup fantezi dünyalara göç eden ana karakterlerin yaşadığı maceraları konu alır. Kimi zaman sıradan okul kızları çağrıldıkları dünyada sihirli şovalyeler olur, kimi zaman toplumun dışladığı bir tipe çarpan kamyon onu bir başka dünyada daha ideal bir varlık reenkarne eder. Yıllardır karşımıza çıkan bu formatta çoğu seriyi anime sever biri olarak takip ettim, ama sayıları o kadar fazla ki benim bile hiç radarıma girmeyenler olabiliyor. İşte That Time I Reincarnated As a Slime da sadece ismen bildiğim, ancak isekai yığını içinden sırasına kavuşamamış bir yapımdı benim için. Elbette anime oyunları ile meşhur Bandai Namco sağolsun, oyunuyla da olsa Slime efendi ile yollarımız kesişti. Isekai Chronicles inceleme yazımı hazırlarken seçmiş olduğum platform Nintendo Switch oldu. Bunun nedenlerine ve diğer konsollar ile bir farkı var mı gibi konuların detaylarına teknik analiz başlığı altında ulaşabilirsiniz.
Neden slime?
Oyunun upuzun başlığından da anlayacağız üzere ana karakterimiz bir slime. Bugüne kadar dış dünyada yeniden doğmuş çoğu karaktere şahit olduk. Genellikle sıradan bir insana kıyasla daha ideal şekilde reenkarne olan ana karakterler geçtiğimiz 30 yıl boyunca o kadar sık kullanıldı ki çizgiroman / animasyon ustaları klişeleri kırmak adına absürt fikirlere başvurmaya başladılar. Şu an şaka yapmadan, tüm ciddiyetimle yazıyorum: Öteki dünyada otomat oldum, kılıç oldum, iskelet oldum gibi eserler gördü anime dünyası. Bunların bazıları anime seyircisini irite ederken bazıları da oldukça popüler oldu. İlginç bir şekilde Slime hikayesi de popüler tarafta. Peki işin sırrı ne?
Reincarnated as Slime bize orijinal dünyasında cinayete kurban giden, kan kaybı sırasında ise keşke hiç böyle dertlerim olmasaydı dileği nedeniyle farklı bir dünyada slime olarak yeniden doğan bir adamın öyküsünü anlatıyor. Burada tanıştığı ejderha tarafından Rimuru Tempest adını alan minik slime yediği varlıkların görüntüsü ve gücünü alabildiğini farkediyor. Sonrasında ise karşılaştığı canavarların sorunlarını çözüp onlarla dostluk kuruyor, hatta barış içinde yaşayacakları bir kasabanın inşa edilmesine bile ön ayak oluyor. Rol yapma oyunlarından da bilindiği üzere slime genellikle en düşük güçte olan canavardır. Öykünün merkezine sıfırdan başlayıp potansiyeli dipsiz bir slime koyması hikayeyi özellikle başlangıç için çok cazip kılmış. Devamı için çok bir şey demeyeceğim zira oyuna dönmemiz lazım.
Isekai Chronicles inceleme
Oyunumuz oyunun hikayenin en başından başlamıyor, Rimuru’nun kurduğu kasaba ve insan formuna kavuşmasını işleyen kısım sabit görseller aracılığı ile özetleniyor. Açıkçası açılıştan oyun sadece anime hayranlarına hitap ediyorum diye bağırıyor ama alıcısı belli bir yapım olduğu için çok da eleştirilecek bir durum yok. Beni hikayenin giriş kısmının bu şekilde geçiştirilmesi daha rahatsız etti diyebilirim. Oyunun hikaye sunumu için kullandığı dört yöntem var. Animeden alınmış sabit görseller, oyun içi grafikler ve pre-render bir tık daha cilalı duran ara sahneler ve nadiren de olsa gördüğümüz direkt animeden alınmış sahneler. Farklı yöntemler ile çeşitlendirilmeye çalışılmış olsa da oyunun hikaye aktarma derdi çok yok. Anime ile paralel giden olaylar bol grind içeren zindanlar ile şehir kurma mekanikleri arasında gidip geliyor. Yani temelde iki fazımız var diyebiliriz.
Şehirde olduğumuz kısımlarda binalar dikiyor ve çeşitli bonusları açabiliyoruz. Her bina için belirli bir sınır var ve daha kaliteli yapıları yapmak için hikayeyi ilerletmek, zindanlardan materyal toplamak ve bazı questleri bitirmek gerekiyor. Bunun dışında oyun izin verdikçe diğer karakter ile etkileşime girebiliyor, parti düzenlemeleri ve pasif yetenek dağıtımı şehirde iken gerçekleştirebiliyoruz.
Oyunun asıl kısmı olan zindanlar ise iki boyutlu düzlemde sağa ya da sola koşturarak canavarları pataklayıp sandıkları açtığınız basit bir yapıya sahip. Zindanalrın haritasını bir kez tamamlarsanız sonraki girişlerinizde düşman ve sandıkların yerini görebiliyorsunuz. Çok eskilerden Valkyria Chronicles veya Tales serisinden herhangi bir oyun oynadıysanız dövüş mekanikleri çok yabancı gelmeyecek. Bir standart bir de özel saldırınız var ve bunları yön tuşları kombine ederek çeşitli versiyonlarını kullanabiliyorsunuz. %200’e kadar yükselebilen bir de süper saldırı barımız var. Bunun da her 100 birimi ile ister oynadığınız karakterin isterseniz de destek karakterlerinizin süper saldırılarını yapabiliyorsunuz.
Tamamı zindan – şehir düzenlemesi ikileminde akan oyunda zaman zaman boss mücadeleleri de karşımıza çıkıyor. Hikaye odaklı olanlar hariç çoğunlukla sıradan yapıda savaşlar bunlar da.
Teknik mevzular ve final
Isekai Chronicles çok yakın görsellere sahip. Karakter ve düşmanlar haricinde üç boyutlu modelleme bulunmayan oyun haliyle sisteme pek yük bindirmiyor. Bu sayede Switch’te 60 fps performans verebiliyor. Hal böyleyken PlayStation ve Xbox tarafında native 4K ve 60fps olarak akıyor oyun. Performanstan ziyade fiyat tarafı biraz kafaları kurcalayabilir. 50 dolardan çıkan oyun ülkemizde hem PlayStation hem de Xbox tarafında 1750 liraya satılıyor. Bu denli yalın yapıda bir oyun için herkes bu fiyatı göze alamayabilir.
Isekai Chronicles basit ve tekrar eden yapısına rağmen tam “vakit öldürmelik” cinsten bir oyun. Eğer rol yapma oyunlarında “kasmayı” seven bir oyuncuysanız karakter ve şehir gelişimi, zindanalara uğradıkça ilerleyen görevler bir şekilde sizi başında tutmayı başarıyor.