Sinema sektörünün altın serilerinden biri olan Indiana Jones, özellikle 4 Oscar ödüllü Raiders of the Lost Ark ile 80’lere damgasını vurmuştu. Filmler ismini Henry “Indiana” Jones, dünyanın dört bir yanında cereyan eden maceralarına şapkası ve kamçısı olmadan çıkmayan gözü pek bir arkeolog abimizden almakta. Günümüzde Tomb Raider ve Uncharted gibi oyunlara ilham kaynağı olan filmler egzotik coğrafyalarda en büyük tehditlere meydan okuyan dostluklar ve ihanetler ekseninde kah güldüren kah heyecandan zıplatan macera formülünün de mucidi. Yeşilçam filmlerinde dahi müzikleri kullanılmış, sayısı belirsiz medyaya ilham kaynağı olmuş bir başyapıt… Film hakkında yazılabilecek ve analiz edilecek çok şey var, ancak bu makalede odağımız yeni çıkan oyun uyarlaması Indiana Jones and the Great Circle olacak.
Uyarlamaların karanlık çağı
Popüler bir eserin bir medya formatından diğerine uyarlanması her daim hayranları birbirine düşürmüştür. Örneğin Yüzüklerin Efendisi ya da Harry Potter sinema tarafında gişede muhteşem bir başarı yakalamasına rağmen kitapla örtüşmediği noktalar hep sıkı hayranlar tarafından anında farkedilir ve ölümüne tartışılır. Japon animasyon serilerinin live action uyarlamaları hep problemli olmuştur. Kimi zaman oyunculuk, kimi zaman öykünün farklılaştırılması mutlaka birilerini rahatsız eder. Kitap / sinema / animasyon eserlerinin video oyunlarına uyarlaması ise apayrı bir tartışma konusu. Sinemanın altın çağı diyebileceğimiz 80-90’lı yıllar 8-16bit konsol dönemlerine denk gelmekteydi ve teknik kısıtlamalar elbette bizi özgün eserlerin büyülü dünyasına sokamadı. Tüm uçu teknolojiye de atmayalım, LJN ve Ocean Software gibi lisans haklarını leblebi gibi toplayan, hızlı ve özensiz bir şekilde utanç verici oyunlar ile küçük çocukların hayalleriyle oynayan firmaların liyakatsizliğinin de büyük bir rolü var bu karanlık dönemde.
2000’lere kadar süregelen bu oyun uyarlamaları sömürüsü nihayet kan emici firmaların güçten düşüp daha iddialı veya hevesli ekiplerin işe el atmasıyla azalarak bitiyor. 97 yapımı Golden Eye gibi günümüzde dahi sevgiyle anılan oyunlar kütüphanelere girmeye başlarken 2007’de minik ama hırslı bir Polonyalı firma CD Projekt RED kitap uyarlaması Witcher ile oyun dünyasının en başarılı serilerinden birinin meşalesini yakıyor. Halen tüm uyarlama oyunlar kalite çıtasını tutturuyor diyemesek de artık çok daha özenli işler ile karşılaşıyoruz diyebiliriz.
Peki, 80’lerden bu yana oyun dünyasında Indiana Jones ne durumdaydı? Tahmin edilebileceği üzere ağrılıklı olarak 80’lerin sonu ve 90’ların başında çeşitli oyunlarla karşımıza çıkan Indy, başta eser hakları sahibi LucasFilms ve oyun stüdyolarının Star Wars’a odaklanması nedeniyle güncel dönemlerde çok fazla varlık göstermedi. 15 yıldır, diğer bir deyişle iki konsol jenerasyonuna denk gelen uzun bir dönemde Indiana Jones oyunu görmedik. Ta ki bir babayiğit duruma el atana kadar…
Wolfie’den Indy’e
MachineGames çok eski bir firma değil. 2009 yılında (ironik bir şekilde bir önceki Indiana Jones oyununun çıktığı yıl) yedi Starbreeze Studios çalışanı tarafından kurulan (ki onların da geçmişi 2000 yılına kadar gidiyor) Bethesda Softwaorks bünyesinde bir ekip. Kurulduğu yıldan bu yana sadece id Software’in hak sahibi olduğu Wolfenstein, Quake ve Doom gibi oyunları üzerinde çalışan firma ilk kez çemberin dışına çıkarak bir sinema klasiği olan Indiana Jones üzerine bir projede çalıştı. Özellikle Wolfenstein’ın modern yapımları ile oldukça ses getiren bir firma olmalarına karşın duyurusundan bu yana Indiana Jones projesi hep merakla beklenmekteydi. Geçmişi sadece önümüze çıkana mermi salatası yedirdiğimiz birinci şahıs nişancı oyunlarına odaklı bir firma macera ve keşif yönüyle öne çıkan bir eseri ne denli oyunlaştırabilirdi? Aklımızda deli sorular ile beklemeye koyulduk ve zamanı gelince MachineGames yapıştırdı cevabı.
Indiana Jones and the Great Circle ile geçirdiğim daha ilk dakikalar bile çok farklı bir projeyle bir araya geldiğimi farketmeme yetti. Sinema filmleriyle birebir örtüşen harika giriş sekansı ardından oyuncuyu neredeyse bir rol yapma oyunu kıvamında diyalog ve keşif elementleriyle dolu sandbox bölümleriyle buluşturan oyun bizi Avrupa’da Vatikan, Mısır’da Giza, Asya’da Şangay gibi dünyanın dört bir köşesine götürüyor ve her bir şehirde neredeyse açık dünya kıvamında gizemler, macera öğeleri ve toplanabilirler eşliğinde zengin bir maceraya çıkarıyor. Mücadelenin yanısıra gizlilik de büyük bir öneme sahip, öyle ki Indy için belli başlı kamuflaj kıyafetlerimiz bile mevcut. Filmlerdeki gibi oyunda da Indy mecbur kalmadıkça silahına davranmayan, sağdan soldan eline geçen nesneler yahut yumruklarıyla tehditleri alaşağı eden bir karakter olarak karşımıza çıkmakta. Kamçımız da yeri geliyor düşmanların silahlarını düşürmeye, yeri geldiğinde vahşi hayvanları korkutmaya yarıyor. 1930’ların ruhunu taşıyan altıpatımız veya düşmanlardan ele geçirebileceğimiz silahları da kullanabiliyoruz istersek, tabii bu istenmeyen düşman gruplarının tepemize çökmesine de sebep olabiliyor.
Sunum tarafında tam anlamıyla bir şov yapılmış. Oyunun giriş sekansı olan Güney Amerika bölümünde Raiders of the Lost Ark filmiyle mükemmel bir şekilde paralel giden kısımlarda sinema filmi ile yanyana getirdiğinizde neredeyse farkı ayırt edemiyorsunuz:
Oyun şu ana kadar sadece Doom Eternal’da kullanılan id Tech 7 ile geliştirilmiş ve görsellerde ve özellikle performansta motorun gücünü hissediyorsunuz. Ancak MachineGames’in hakkını ciddi anlamda vermek lazım ki Doom’da dahi görmediğimiz bir kıvama gelmiş görsel kalite. Atmosfer o kadar kuvvetli ki ara sahnelerden en basit oynanış sekansına dek oyunda geçirdiğimiz her an sanki filmlerin içine girmişiz ve olayları burada deneyimliyoruz gibi bir his veriyor. Özellikle filmlerin hayranları karakterlerin ışıklandırmasından müzik kullanımına dek buram buram nostalji dalgaları ile okşanıyor. Başrol Harrison Ford dahil birçok karakterin de filmlerden birebir modellendiğini ve oyuna cuk oturan rollerde karşımıza çıktıklarını da not düşelim.
Şapkanın altındaki kamera
Önyargılarla izlediğim ilk fragmanda kafama takılan bir diğer unsur da MachineGames’in kamera tercihiydi. Indiana Jones filmlerinden ilham alınarak hazırlanan Tomb Raider ve Uncharted üçüncü şahıs kamerası kullanırken Indiana Jones and the Great Circle birinci şahıs kamera ile geliyordu. Harrison Ford’un alaycı mimiklerini, dağlarda bayırlarda kamçımıza sarılıp tarzan gibi sallanırken karakterimizi göremeyecek miydik? MachineGames’i bu konudaki tutturdukları ince ayardan dolayı tebrik etmek istiyorum. Birinci şahıs kamera özellikle keşif kısımlarında o kadar iyi çalışıyor ki birkaç saatlik oynanış ardından “İyi ki kamera bu şekilde olmuş” dedim. Ara sahnelerde ve tırmanma gibi eylemlere girdiğimizde Indy’i ayrıca üçüncü şahıs kameradan görebiliyoruz. Bazı oyuncuların üçüncü şahıs kamerada ısrarcı olacaklarına eminim; belki ilerde Resident Evil Village’daki gibi bir güncelleme ile oyunu bu şekilde oynanır hale de getirirler.
Ses tarafında da çok özenli (ve muhtemelen de masraflı) bir formül takip edilmiş. Filmlerden de bilindiği üzere Indiana Jones maceraları boyunca birçok ülkeyi ziyaret ediyor ve kendisi aynı zamanda bir akademisyen. Gittiği hemen her ülkenin yerel dilini bilen Indy oyunda da gittiği ülkelerin yerel halkıyla kendi dillerinde iletişim kurabiliyor. Bu tarz düzinelerce ufak çapta detay zaten oyunu bütünüyle lezzetli kılmakta. Seslendirme tarafında ise Troy Baker’a artık bir şapka çıkartıyorum. Indiana Jones şu ana kadar aldığı en ikonik ve zor rol olabilir ve işinde o kadar başarılı ki karakteri direkt Harrison Ford’a seslendirtseler ancak bu kadar olurmuş dedim. Müzik tarafında da Gordy Haarb muazzam bir iş çıkartmış. Kendisi video oyun sektöründe ilk kez 2009 yılındaki son Indy oyunlarından Indiana Jones and the Staff of the Kings ile başlamış, 15 yıl aradan sonra yine bir Indiana Jones oyunuyla kariyerini taçlandırmış. Tarz olarak filmlerdekini aratmayan nostaljik tatta besteler oyunda gizlilik ya da mücadeleye göre hatta belirli eylemlerinizle sinematik şekilde temposu inişli çıkışlı değişebilen bir yapıda.
Oynanış tarafına gelirsek, Indiana Jones firmanın geçmiş projeleri ile kıyasladığımızda sürprizlerle dolu bir yapım. Bunlardan keşif kısmına yeterli şekilde değinmiştik. Umduğumdan da fazla, kendini tekrar etmeyen bulmacalar, gizler ve toplanabilirlerle dolu haritalarda kaybolurken inanılmaz eğlendim. Oyunda ayrıca orta şeker rol yapma mekanikleri de var. Yan görevler ve keşif puanları ile çevrede bulduğumuz kitaplardan yeni yetenekler öğrenebiliyor ve Indy’i daha da donanımlı bir maceracı haline getirebiliyoruz. Özetle ana senaryo kadar uğraştığınız yan unsurlar da sizi çok uygun bir şekilde ödüllendiriyor. Çevrede bulduğunuz kitaplar dövüşlerde daha etkili olmanız, tırmanma eylemlerini daha çevik şekilde yapabilmeniz gibi aktivite odaklı yetenekler sunarken her ülkede bulunan belirli npc’lere götürdüğümüz ilaçlar ile edindiğimiz kitaplar ise sağlık ve stamina gibi temel değerlerimizi güçlendirmemizi sağlıyor. Yan görevler oldukça özenli hazırlanmış ve neredeyse ana görevler kadar kapsamlı diyalog ve ara sahnelere sahipler.
Oyunda eleştiriye açık tek kısım yapay zeka olabilir. Kalabalık gruplar ile mücadele etmek güç ve oyun da zaten bundan ziyade gizlilik ile ilerlememiz gerektiğini vurgulayan bölümler içeriyor. Ancak zorluk faktörü genellikle düşman yapay zekasından değil, sınırlı sağlık ve mücadele yöntemlerinden kaynaklanıyor. Bu konuyu kafaya takacak “hardcore” arkadaşların oyunun zorluğunu son seviyede oynamalarını önerebilirim. Ancak oyun rol yapma vari yetenekler içerdiği için er ya da geç zorluk bir şekilde masadan kalkıyor. Oyunun da zaten bizi zorlamak gibi bir derdi pek yok, daha çok role sadık kalıp keşif kısmına odaklanarak Indiana Jones gibi takılmamızı istiyor.
Uzun lafın kısası, oyun uyarlaması nedir ve nasıl yapılmalıdır sorusuna artık verebileceğim ilk yanıtlardan biri çok net şekilde Indiana Jones and the Great Circle olacaktır. Şu an için Xbox ve PC tarafında olan oyun Gamepass kataloğunda da yer alıyor, ayrıca 2025 ilkbahar döneminde PlayStation 5 platformunda da çıkışını gerçekleştirecek.