Outlast İnceleme

Çaresizce korkmak…

İlk duyurulduğundan beri ilgi odağı olan ve gerek asıl oyunuyla gerek DLC’si Whistleblower ile hakkında konuşturmayı başaran Outlast, son birkaç yılda çıkan en iyi korku ve gerilim oyunlarından biri olarak görülüyor. Amnesia: The Dark Descent’tan sonra çıkan Amnesia: A Machine for Pigs, birçok kişiyi hayal kırıklığına uğratmış olacak ki oyuncular kaliteli bir korku oyununun gelmesini bekliyordu ve işte bu sebeple Red Barrels’ın en büyük başarılarından biri olan Outlast, değişik yapısıyla gözleri üstünde toplamakta da klavye ve konsol başında oyuncuları yerlerinden zıplatmakta da pek zorluk çekmedi.

Hepimiz oynadığımız çoğu oyundan –Dead Space, Doom, Fear vs- silah kullanmaya alıştık. Öyle ki karşımıza çıkan herhangi bir yaratığı gözümüz kapalı bile haklayabiliriz. Peki elimizde hiç silah yoksa ve tek hedef biz isek? Outlast bu çaresizliği hissettirmeyi başaran nadir yapımlardan biri. Kendinizi savunamıyorsunuz, elinize bir sopa alıp akıl hastalarının saldırılarına karşılık veremiyorsunuz, tek yapabileceğiniz şey onların size ulaşamayacağı bir noktaya kaçmak ya da saklanmak. Ya da gideceğiniz yolu biliyorsanız oraya koşturmak. Çünkü başka hiçbir çareniz yok, tabii ölmek dışında.

Outlast İnceleme

Oyun hikayeye başlamakta gecikmiyor, en başında kendimizi bir araba içerisinde akıl hastanesine doğru giderken buluyoruz. Adımız Miles Upshur, akıl hastanesinde yasal olmayan deneylerin yapıldığına dair gelen bir mail sonucunda araştırmak üzere kendimizi burada buluyoruz. Yanımızda bir dosya, kamera ve birkaç pilden başka hiçbir şey yok. Outlast oyuncuyu germeye işte bu noktada başlıyor, ön kapının kilitli olduğunu fark edip alternatif bir yoldan içeriye girmeniz ile oyunun nasıl bir ortam içerisinde geçeceğini anlıyorsunuz; karanlık. Kameranızın gece görüşü en büyük kurtarıcınız, tabii işin içine pil süresi girdiğinde olabildiğince kapalı gezmeye çalışıyorsunuz, yine de akıl hastanesinin koridorlarında ilerleyip, odalarında dolaştıkça gece görüşünü açmaktan başka bir çareniz kalmıyor.


Outlast İnceleme

Saklan, kaç ya da öl!

Karakterin kontrolü fazlasıyla kolay, zaten koşması ve kamerayı açıp kapaması dışında pek fazla hareketi yok. Yatak altına ya da bir dolap önüne saklanmak istediğinizde önüne gelmeniz yeterli oluyor. Oyuna çok kolay alışabiliyorsunuz böylece, neyi yapmanız ve neyi yapmamanız gerektiği de size ipuçları olarak veriliyor. Koşmak fazla ses çıkarıyor mesela, düşmanlar sizi karanlıkta da takip edebiliyorlar, ardınızdan kapattığınız kapı size fazlasıyla zaman kazandırıyor, ayrıca çoğu düşman takır tukur yürüyor yani korkup kulaklığın sesini kısmak yerine artırmak çok daha işinize yarıyor. Outlast’in tek büyük sorunu da bu noktada oluşuyor, birkaç püf noktayı çözdükten sonra oyun basitleşiyor ve kendini tekrar etmeye başlıyor. Hikaye boyunca yapacağınız görevler vana kapayıp açmak, kol çekmek, kart bulmak ve bu sırada düşmanlara yakalanmamak. Bu kadar, hikaye olarak çok az sinematik olduğu için orada burada bulduğunuz notları okumanız gerekiyor yoksa neden akıl hastanesi bu halde, Walrider kimdir, “little pig” diye niye kovalanıyoruz tarzı sorularınıza cevap bulamıyorsunuz. Eh, oynayan kaç kişiden kaçı notları okuyordur kim bilir. İçine daha fazla ara sahne konulabilirmiş diye düşünüyorum ben açıkçası.


Outlast İnceleme

Oyunda çok kaliteli “jump scare” kısımları var, yani oynarken sizi oturduğunuz yerde sıçratacak noktalar. Birkaçını es geçebiliyorsunuz ama diğerleri elbette ki oyunda devam etmeniz gereken bölümlerde. Eğer buralardan etkilenmeyen biriyseniz bile yağmur altında hastanenin bahçesinde gezindiğiniz yer sizi kesin gerecektir. Elbette bu noktaların dışında kanla kaplanmış koridorlar, sizi kovalayan –çoğu tamamen çıplak- akıl hastaları ve piliniz bittiğinde sürünerek geçtiğiniz odalar da yeterli olacaktır diye düşünüyorum.

Önceki İçerikAssassin’s Creed Golden Age nedir? [GÜNCEL]
Sonraki İçerikRise of the Tomb Raider için yeni görseller

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz