Outlast II – İnceleme

Outlast II – inceleme yazıma serinin ilk oyununa sağlam bir saygı duruşu yaparak girmek istiyorum. 2013 yılında çok küçük, bağımsız bir geliştirici ekip olan Red Barrels tarafından piyasaya sürülen Outlast çok çarpıcı, korku türüne taze bir soluk getirmiş bir yapımdı. Karanlık ve gizemli atmosferi, oyuna harika bir şekilde yedirilmiş psikolojik gerilim öğeler, dönemin bir çok korku oyununun işlemeye çekindiği, iç gıdıklayıcı öğeleri cesurca sergilemesi ile Outlast kimi oyuncular için rahatsız edici, kimileri için de hayran bırakan bir yapım olma özelliği kazanmıştı.  AAA yapımlar kadar kaliteli bulduğum oyun, uzun bir süre hafızamdan silinmemiş olan bir tecrübeydi.

 

Outlast II için ilk fragman yayınlandığında ise yine rahatsız, sert bir oyun ile karşı karşıya olacağımızı tahmin etmiştim… ancak ilk oyunu oynamış ve çok sevmiş biri olarak bu sefer çok daha sert, önceki oyunu oynamış olanların dahi zaman zaman rahatsızlık hissedeceği bir yapımla karşı karşıya olduğumuzu belirtmeliyim. Maalesef bu durum tamamen senaryo ve atmosfer ile ilgili de değil. İncelemenin devamında mümkün olduğunca detaylı değinmeye çalışacağım. İlk olarak oyunun senaryosu ile incelemize başlayalım.

 

İtina İle Bela Bulunur

Outlast II senaryosu hazırlanırken 70’lerden gerçek ama alabildiğine tuhaf bir olaydan, Jonestown vakasından esinlenilmiş. Jim Jones, Güney Amerika’da kurduğu Peoples Temple (Halkın Tapınağı) tarikatine mensup 900’ün üzerinde müridini siyanür içerek intihar etmeye ikna ediyor; yaşlısı, genci, çocuğuyla… 1978 yılında gerçekleşen bu trajik ve bir bakıma katliam olarak da kabul edilebilecek olay Outlast II’nin senaryosu üzerinde büyük bir ilham kaynağı olmuş.

Oyunda araştırmacı gazeteci ve kameraman olan Blake’in kontrolünü devralıyoruz. Meslektaşı olan eşi Lynn ile genç, hamile bir kadının gizemli cinayetini irdelemek üzere Arizona’nın ücra bir köşesine doğru yola çıkan ekibin helikopteri varış noktasında yaklaştığında çakılıyor. Kazadan canlı kurtulan Blake ekibin üçüncü üyesi olan pilotlarını çarmıha gerilmiş ve eşinin ise kaçırılmış olduğunu farkedince biz de inceden gerilmeye başlıyoruz.

Oyunun geçtiği bölge halkının başında adeta Jim Jones’un video oyunu şubesi olan “sözde papa” Sullivan Knoth adında bir manyak bulunmakta. Knoth’un iddiasına göre cehennemin ağzında bulunan kasabaları büyük bir tehlike altında ve bunun sorumlusu tuttuğu Lynn şeytanın çocuğuna gebe. Yalnız işler Jonestown’a kıyasla biraz daha karışık, zira Knoth’un kendisi kadar manyak müritlerinin yanısıra bir de Val adlı başka bir manyak tarafından oluşturulmuş başka bir “kafir” grup bulunmakta ve bu grubun niyeti Lynn’in bebeğini doğurmasını sağlayıp kıyametin kopmasını sağlamak. Tüm bu deliliğin ortasında kalan Blake ise bir yandan karısı Lynn’i kurtarmaya çalışırken bir yandan da gizemli bir şekilde geçmişteki büyük bir pişmanlığının kaynağı olan Jessica ile yüzleşiyor.

 

Senaryomuz kabaca bu şekilde. Zaten yeterince rahatsız edici olan gerçek bir olayı baz almış olan hikaye çok daha rahatsız edici unsurlarla süslenmiş durumda. Knoth ve Val’ın müritleri sağolsunlar bize Resident Evil 4 ve Bloodborne gibi cinnet ortamlarını hiç arattırmıyor, sürekli diken üstünde hissetiriyorlar. İlk oyuna kıyasla daha çok dış mekanlarda geçiyor oyun. Oldukça başarılı bulduğum gece görüşlü kamera ile karanlıkta yol yordam bulma mekaniği bu oyuna da aynen aktarılmış. Blake de diğer oyundaki karakterimiz gibi kendini savunamayan, tehlike gördü mü tabana kuvvet kaçmak dışında bir şey yapamayan biri. Bazı anahtar eşyaları saymazsak, kameramızı çalıştırmamızı sağlayacak piller ve yaralarımızı saracak sargı bezleri dışında oyunda kullanabileceğimiz başka bir nesne bulunmuyor. Hikayeyi devam ettirecek noktaları ulaşarak, bol bol bir şeyler tarafından kovalanarak ve zaman zaman da kameramızla kayıt yapıp, deliller toplayarak senaryoyu ilerletiyoruz. Bu ilk oyundan olduğu gibi bozulmadan gelen bir durum. Grafikler de 2013 yapımı ilk oyundan birkaç gömlek daha üstün – tabii yakın dönem çıkan Resident Evil 7 ayarında bir şey beklemeyin, yapımcı Red Barrels 17 kişilik çok ufak bir ekip -. Ancak bir mevzu var ki işte o maalesef Outlast II ile biraz geriye gitmiş: Bölüm tasarımları.

 

Senden Değil, Kaybolmaktan Korkuyorum

Oyun geneliyle açık alanlarda geçiyor ve özellikle mısır tarlasında geçen kısımlara bayıldım. Ancak ilk Outlast’ta gayet başarılı dizayn edilmiş tımarhanemizin yanından bile geçmiyor Outlast II’nin bölüm dizaynları… Oldukça çizgisel ancak buna rağmen nereye gitmeniz gerektiği konusunda şaşkınlık yaşayabileceğiniz, özensiz demeye dilimin varmadığı ama ilk oyunun yanından geçememiş bir tasarım durumu söz konusu. Bu durum özellikle kovalandığınız zaman bunaltıcı bir kıvama gelebiliyor, zira kaçış konusunda ne kadar iyi olursanız olun, yön tayin etmede çekeceğiniz sıkıntılar ya da gerekli scriptin devreye gireceği ufak bir noktayı kaçırmanız yüzünden tekrar tekrar oynayacağınız kovalama sahneleri bir süre sonra korku / gerilim hissini benliğinizden silip yerine sıkıntı / bunaltı ikilisini getiriyor.  İlk Outlast’ı pek de zorlanmadan bitirmiş olduğumu not düşersem kendi adınıza bir kıyaslama yapabilirisiniz. 7-8 saatlik bir deneyim sunan oyuna büyük bir merak ve heyecan ile başlayıp bir süre sonra sadece incelememi tamamlamak ve senaryonun nasıl bir finale bağlanacağını görmek için kendimi zorlayarak oynamaya devam ettim.

Öte yandan oyunun bu noksanlarından çok içerdiği pornografik düzeyde şiddet, istismar, başta din olmak üzere hassas konuları bol bol kaşıması gibi unsurları ile tartışılacağına gayet eminim. Ben bu konulara çok eleştirmeyeceğim. Oynadığımız oyunun kurgu bir çalışma olduğunu, Jim Jones vakası gerçeklerinden beslenmiş olsa da en nihayetinde bir hayal ürünü olduğunu aklınızdan çıkarmamanız lazım. Yine de şunun altını bir kez daha çizeyim; ilk Outlast’tan biraz olsun bile rahatsızlık duyduysanız ikinci oyuna kesinlikle bulaşmayın. Çok daha sert öğeler sizi bekliyor, ayrıca bu oyunda bu öğelerden çocuklar da payını almış durumda. Korku türünü çok seven biriyim ve bu incelemem Başlat Tuşu’na yazdığım dokuzuncu korku oyunu olacak. Sitede ellinin üzerine incelemem olduğunu hesaba katarak, yani aşağı yukarı incelediği 5 oyundan biri korku türünde olmuş bir yazarak olarak bu incelemeyi okumakta olan güzel okurlarımızı dostane bir şekilde uyarıyorum: Outlast II korku türüne çok derinden bağlı, çelik gibi sinirleri olan oyuncular haricinde uzak durulması gereken bir yapım. Çemberin diğer tarafında kalan kesim ise yine severek, beğenerek oynayacaktır.

Kişisel kanaatim Outlast II’nin iyi bir oyun olduğu, ancak ilk oyunun üstüne de fazla bir şey koyamadığı yönünde. Korku türüne özel ilgi duyan oyuncular için 7-8 saatlik, sert bir deneyim olacak. Yazımı sonlandırmadan önce Outlast II ile yakın dönem çıkan başka bir korku oyununa da değinmek istiyorum, zira benim için Outlast II sonrası adeta bir arınma oyunu oldu kendisi: Little Nightmares. Outlast ile taban tabana kıyaslanacak bir oyun değil, ancak sunum ve bölüm tasarımı konusunda çok başarılı; size hem iyi bir “oyun” keyfi yaşatan, hem de elinden geldiğince ürperten, ilginç bir oyun olmuş kendisi. Türü seven oyuncular için iyi bir alternatif olma potansiyeli taşımakta.  Yazarımız Onur’un kaleme aldığı incelemeye bu linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.

GENEL BAKIŞ
Görseller
8
Oynanış
7
Ses / Müzik
8
Hikaye / Sunum
8
Atmosfer
9
Eğlence Faktörü
7
Önceki İçerikErken Erişim Oyunlar (1 Nisan – 1 Mayıs)
Sonraki İçerikDarksiders 3 resmen duyuruldu, ilk fragman yayınlandı
Başlat Tuşu'nun genel yayın yönetmeni. 1984 doğumlu. Sırasıyla İngilizce Öğretmenliği, Resim ve Animasyon bölümlerinde eğitim görmüş bir yazar / çizer / animatör. Siteye katkıları dışında çizgiroman, canlandırma ve sinematografi üzerine çalışmalar yapar. Çocukluğundan bu yana video oyunları onun için hobiden de öte bir tutku olmuştur.
outlast-ii-incelemeKorku türünde oyunların müptelası, Outlast'ın hayranları için güzel bir devam oyunu; standart oyuncu için ise bunalımlı bir deneyime dönüşme potansiyeli yüksek bir yapım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz