Indie Avcısı: Monochroma İnceleme

“Niye uçmuyor İnci?”

Çocuk olmak zordur. Hele ki insani değerlerini yitiren, her şeyin para olduğu, iktidar ile dev şirketlerin el ele verdiği, emekçilerin ezildiği bir diyarda çocuk olmak çok daha zordur. Böyle bir dünyada pek çok çocuk şanssız doğar, geniş çayırlarda koşup uçurtma uçurmaları gerekirken yaşamak için sabah erkenden kalkıp atölyelere, fabrikalara, madenlere giderler.

İstanbul tabanlı Nowhere Studios’un Monochroma’sı da çocuk olmanın zor olduğu bir diyarda geçiyor. Ülkenin başında halkın gözünü boyayan bir diktatör bozuntusu, medyadaki propaganda programlarında çocuklara sarılarak sempati kazanırken şehrin varoşlarında başka çocuklar ufak yaşta sistemin birer çarkı olup hayatlarını zenginleri daha da zengin etmek için harcıyorlar.

 

 

Yitirdiğimiz Renkler

Hikâyemize kırsaldaki bir çiftlikte küçük kardeşiyle uçurtma uçuran bir çocuk olarak başlıyoruz. Uçurtmasını uçururken ufaklık küçük bir kaza geçiriyor. Buradan itibaren şehre olan yolculuğumuz başlıyor. Oyunda canlandırdığımız ağabey karakteri, çeşitli platform bulmacalarını çözerken kardeşini de sırtında taşımak zorunda.

2 boyutlu bir düzlemde seyreden oyunda yolumuzu tıkayan engelleri aklımızı kullanarak çözmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken kutuları itiyor, iplere tırmanıyor, şalterleri indiriyor ve yolumuzu açıyoruz. Oyunun ilk yarısından sonra bulmacalar daha da çeşitleniyor ve zorlaşıyor. Hatta ilerlerde kovalamaca sahneleri oyunun yavaş temposu arasında kalp atışlarımızı hızlandırıyor.

Oyunun yapım aşamasından beri hep söylendiği üzere oyun Limbo’yu andırıyor. Aynı Limbo’daki gibi Monochroma’da da bol bol ölüyorsunuz. Oyunda birçok yeri deneme yanılma yöntemi kullanıyorsunuz. Klavye üzerinden ASD veya ok tuşlarıyla yönlendirdiğimiz karakterimizi W veya yukarı ok tuşuyla zıplatıyor, çevredeki eşyalarla ctrl tuşu ile etkileşime geçiyoruz. Ayrıca daha yükseğe zıplamamızı gerektiren bulmacaları çözebilmek için minik kardeşimizi yere bırakıyoruz. Kardeşi bırakmak veya yerden almak için de Space tuşunu kullanıyoruz. Eğer oyun kolunuz varsa oyunu onunla da oynayabilirsiniz. Şahsen ben oyunu Xbox 360 kolumla oynarken daha çok keyif aldım.

İlk başlarda oldukça tek düze gibi gözüken platform bulmacaları, oyun ilerledikçe daha karmaşık hale geliyor. Kardeşi yere bırakıyor, platformlardan atlayıp mekanizmaları harekete geçiriyor, yolu açıyor ve dönüp kardeşimizi yeniden sırtlayıp yolumuza devam ediyoruz. Unutmadan; ufaklığı sadece ışık yansıyan yüzeylere bırakabiliyoruz. Aksi takdirde kendisi karanlık köşelere terk edilmekten çok korkuyor. Gözü pek oyuncular için yolumuz boyunca kuytulara gizlenmiş kırmızı çiçekleri de bulmamız oyuna ayrı bir amaç daha katıyor.

Monochroma dünyası siyah beyaz ve kırmızı renklerden oluşuyor. Bu dünyada belki başka renkler de mevcut fakat artık mevcut sistem o renkleri yasaklayıp sadece kendi kullanımına geçirmiş gibi. Oyunda ilerledikçe bu dediğimi daha iyi anlıyoruz. Monochroma’nın yağmurlu sokaklarında ilerlerken, üst üste yığılmış binaların çatılarından atlarken her yerde karşımıza çıkan devasa reklam panoları tüm bu yoksulluğa rağmen yurttaşlara tüketim toplumunun yüceliğini aşılamaya çalışıyor. O panolarda hep reklamını gördüğümüz bir robot modeli var. Çocuklarını mutlu etmek isteyen aileler çocuklarına son model robot oyuncaklar alırken, yer altındaki imalathanelerde, seri üretime geçmiş fabrikalarda başkalarının çocukları ve başka ebeveynler hayatlarını işlerine adıyorlar. İçerisinde bir cümle dahi konuşmanın yer almadığı Monochroma’da tüm bunlar harika bir sanat yönetimiyle anlatılıyor. Oyun artistik yönden o kadar başarılı ki grafiklerdeki teknik eksiklikler gözümüze hiç batmıyor. Bir tablo gibi arka planda dikey konumda dizilmiş çarpık yapılaşmalar, sürekli yağan yağmur, kasvetli gökyüzü, kiremitleri dökülmüş çatılar sizi Monochroma dünyasına hapsediyor. Tabii tüm bu görselliğin yanında işitsel güzelliklerden de bahsetmemiz gerekiyor. Oyunun müzikleri “progressive/ psychedelic folk” türünde müzikler yapan Gevende grubu üstlenmiş. Nowhere Studios’un müzikleri Gevende’ye emanet etmesi çok yerinde olmuş. Oyunda müzikler, o görsellikle birleştiğinde tüyleriniz diken diken oluyor.

 

Bitirmesi yaklaşık 7 saati bulan oyunda teknik kusurlar ve ufak tefek buglar mevcut. Misal bazen görünmez bir duvara takılı kalabiliyor ya da kendinizi bir eşyanın içinde maddeleşmiş bulabiliyorsunuz. Bu tarz hatalardan genellikle bir önceki kontrol noktasına dönerek atlatıyoruz. Bunun dışında kontroller bazı yerlerde çok özgürce davranmamıza izin vermeyebiliyor. Bir bulmacayı çözmek üzereyken zıplamayı ayarlayamayıp kendimizi uçurumun dibinde bulabiliyoruz. Tüm bunlara rağmen yine de oyun bizi kendisine çok güzel alıştırmayı başarıyor. Bitirene kadar bırakmak istemiyorsunuz. Bitirdiğinizde de oyunun tadı damağınızda kalıyor. Belki oyun biraz daha uzun olabilirdi diye düşünebiliyorsunuz.

“Bir Gün Uçar Elbet”

Nowhere Studios’un başarılı Kickstarter projesinden doğan bu oyun kesinlikle eğlenmek için oynanabilecek bir oyun değil. Kasvetli dünyası, karanlık atmosferi, sabır isteyen oynanışı ile oyun sizden özel emek göstermenizi istiyor. Ve son sahne aktığında gösterdiğiniz emekten de pişman olmuyorsunuz.

28 Mayıs’ta Steam üzerinden PC, Mac ve Linux platformlarında satışta olacak. Oyunun planlanan PS4 sürümünden ise henüz bir haber yok.

Ayrıca playstore üzerinden de oyunu satın alabilirsiniz http://www.playstore.com/#!/oyun/monochroma

 

 

 

Önceki İçerikMinecraft: Hexxit Oynuyoruz – Bölüm 4: Yerin Dibi
Sonraki İçerikFinal Fantasy III Steam’de

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz